- 3 Mart 2018
- Yayınlayan: PSİART
- Kategori: Blog

Psikoloji ve Psikoterapilerin Bilimselliği /Dr. Fatih Yavuz
Değerlendiren: Elifnur Bekçi / Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümü Lisans Öğrencisi
PSİART, 3. Psikoloji Kış Okulu’nu 03.02.2018 tarihinde gerçekleştirdi. Kış Okulu’nun açılış konuşması Dr. Fatih Yavuz‘un ‘ Psikoloji ve Psikoterapilerin Bilimselliği‘ başlıklı konuşmasıydı. Haliç Üniversitesi Psikoloji bölümünden Elifnur Bekçi‘nin ilgili konuşmaya dair paylaştığı notları istifadenize sunarız.
İnsanlıkla ilgili şu an hâlihazırdaki durumumuz nasıl?
Toplumda psikiyatrik tanı olarak bakıldığında epey bir sorun var. İnsanlara tarama testleri verilse çoğunda bir sıkıntı, hiçbir şey olmasa da eşik altı sorunlar çıkar. İşlevsellikte azalma, ciddi stresörlerle karşılaşma ve mücadele etmede insanlık olarak fazlasıyla zorluk yaşıyoruz. Klinik ortam dışında önyargı, ayrımcılık, adaletsizlik ve insanlık olarak ciddi çatışmalar, savaşlar var. Ayrıca modern hayatın getirdiği problemler ve doğayla ilgili sorunlar var. Bu problemlerin hepsi insan davranışıyla ilgilidir. Dolayısıyla bir insan davranışı üzerine odaklanan bir bilim dalı olarak psikolojinin aslında her birinin altındaki meseleleri ele alması gerekir.
Psikolojinin amacı nedir?
Psikolojinin amacı, insan davranışlarını anlama, insan davranışlarında öngörme ve insan davranışlarını etkilemedir. Psikolojinin bu şekilde üç temel amacı vardır. Bunlar sadece psikolojinin alanı değildir. Edebiyat, sanat, felsefe, mantık, din bilimleri de insan davranışı anlama, öngörme etkileme üzerinde çalışabilir.
Bilimin amacı nedir?
Evrende süregiden şeylerin, ilkelerinin, prensiplerini, yasalarının keşfedilmesidir. Bu keşfetme eylemi de sadece bilimin yaptığı bir şey değildir. Bilimselliğe; evrenin yasalarının keşfedilmesinde belli bir yöntem gözetme diyemeyiz. Çünkü alanların da belli bir yöntemleri var. Mesele çok yöntemin olması değil, bilime has olan, spesifik bir yöntemin de olmasıdır. Belirli dizaynlar, gözlemler ve deneyler kullanılan çalışmalara bilim deriz. Dolayısıyla bir çalışmanın sadece yöntemi, iç tutarlığı var diye biz ona bilim demeyiz. Bu, bilim dışı diğer alanları küçültme değil yöntem farklılığını ortaya koymadır.
Peki neden bilimsellik?
Bilimselliğin elbette ki faydalı yönleri var. Bunlardan bir tanesi tanımlamadır. Psikolojide bir şeyi tanımlarken insan davranışını daha anlaşılabilir, objektif kriterde kullanabileceğimiz materyalleri bize, bilim sağlar. İki olay, fenomen arasındaki ilişki arasındaki farkları saptamada yine bilim faydalı olur. Etkenler arasında nasıl bir ilişki vardır? İstatistiksel olarak ne, neden oluyor? Bilim bize bu tarz nedenselliği gösteren imkânlar sağlar ve bunu bilim sayesinde objektif olarak yapabiliriz.
Yaptığımız bir çalışmada insan davranışları hakkında bazı mekanizmaları keşfedebiliyoruz. Acaba biz intiharı öngörebiliyor muyuz?
İntihar girişiminde bulunmuş olan kişilerin depresyon düzeylerine baktık. Kişinin kendi çevresine ne kadar yük olduğuna dair kendine yönelik algısıdır. Yaşantısal kaçınma boyutu temel bir boyuttur. İnsanın içsel yaşantılarını yaşamak istememesi ve kaçmasına yönelik eğilimidir. Modelleme yapıldığında şu belirtileri bulduk; depresif belirtiler ile algılanan külfetlilik birbiriyle ilişkilidir. Yani biri artarken diğeri de artıyor (korelasyon). Bu ikisi de yaşantısal kaçınmayı yorduyor yani regresyon analizi var. Eğer kişide depresif belirtiler ve çevresine yük olma gibi bir algı varsa bu ikisi beraber intiharı %24 oranında yorduyor. Ama yaşantısal kaçınmayı, modele koyarsanız %50 yorduyor.
İşte bu modelleme tekrarlayan intiharlarda bir dahaki intiharı kimlerde öngörebiliriz, sorusunu yanıtlayan bir çalışmadır. Bununla gerekli terapötik ilişkileri kurabilir ve hangi müdahaleleri yapacağımıza karar veririz. Bilim sayesinde elimizde potansiyel bir tedavi yöntemi olur.
Bilim kişisel ve şahsi bir beceriden çıkar ve ilkelere bağlı tekrarlanabilir bir mesele haline gelir. Dolayısıyla diğer bir yandan da kolaylaştırıcı etkisi vardır. Ayrıca yanlışlara karşı korur ve yanlış yönde gitmemizi engeller.
Bilimsel çabanın özellikleri nedir?
Tekrarlanabilir olmalıdır. Eğer bilimsel bir yöntem ortaya koyabildiysek, bunun tekrarlanabilir özelliklere sahip olması gerekir. Bununla da sınırlı kalmaz ve genelleştirebilir olması gerekir. Farklı bağlam, toplum ve ortamda olması lazımdır. Doğrulanabilir olmalıdır. Aynı zamanda yanlışlanabilir de olmalıdır. Yanlışlanamaz düşüncesinde isek bu felsefi bir önerme olur. Bir önermenin yanlışlanması çevre bağlamının yani organizmanın, insanın içinde bulunduğu şartların değişmesine atıf yapar. Yani bir şeyin yanlışlanması çevre faktörünün ele alındığını gösterir. Paradigmatiktir. Her bilimsel bilginin görüşü de vardır. Dolayısıyla bilim tamamen objektif değildir.
Psikoloji bir bilim midir?
Eskiden değildi fakat 1800’lerin sonundan beri bir bilimdir. Özellikle ilk kez Rusya’da başlıyor. Hatta buna en önemli örnek olarak Pavlov’u verebiliriz. Ancak onun öncesinde Ivan Sechenow’un refleks çalışmaları vardır. Ama Batı’da W. James 1845’te Harvard’ta ilk laboratuvarı kuruyor. W. Wundt 1879’da hem psikiyatri kliniği hem de laboratuvarı kuruyor. Sonrasında S. Hall 1883’te kuruyor. Bu şekilde bir bilim dalı olarak psikoloji gelişiyor.
Psikoloji özellikle davranışçılarla birlikte Watson’a kadar Amerika’da felsefe ve sosyoloji gibi sosyal bilimler alanının altında olan bir çalışma alanıdır. Psikolojinin bilim olmasındaki önderliğini de Watson korumaktadır. 1800’lerden sonra bağlamsal davranışçı bilimleri de yani bir davranışçı ekolü olarak psikolojinin bilim olmasına dair verileri ortaya koymuştur. Ancak hala psikolojinin, psikoterapinin bilimsel bir çalışma olmasına dair görüşler de vardır.
Bilimsel çabanın bize ne faydası oldu?
Psikolojiyi saf kuramsal yorumlardan, muğlak çıkarımlardan ve kavramlardan ayırmasıdır. En önemlisi de bize objektivite kazandırmış olmasıdır. Organizma anlama davranışlarında bize deneysel yöntemler sunmaktadır. Problemle ilgili ilkeleri net bir şekilde saptayabilmeyi mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla probleme yönelik nasıl bir tedavi geliştirebileceğimiz konusunda da imkan sağlar.
Psikoterapi ve Bilimsellik
Psikoterapi; psikolojide insan davranışlarının “kabul edilen” ilkelerinin uygulamaya geçirilme sürecidir.
Bilimsel psikoterapi; bilimsel metodoloji ile etkili olduğu “gösterilen” müdahalelerin oluşturduğu psikoterapi uygulamalarıdır. Günümüzde bilimsel psikoterapiler daha çok bilişsel davranışçı terapilerde görülmektedir.
Bilimsel psikoterapi nasıl gelişti?
Öncelikle doğada gözlem yapılması, bir probleme dair farkındalığın olması önemli. Ardından bu farkındalıkla birlikte bir hipotez ve müdahale geliştirebilirsiniz. Sonrasında bu müdahaleleri de test ederek çalışmalarını yapabilirsiniz.
Günümüz Psikoterapi Birikimi
Psikanaliz ve kuramın önemliliğine dair söylenenlere bakarak insan psikolojisine ve davranışına yönelik iç tutarlılığı olan bütüncül bir kuramın ihtiyaçlılığını öğrendik. Davranışçılıktan da bilimselliği, ampirizmi öğrendik. Rogers’ın ekolü de şunu öğretmektedir: Danışan bizim alt seviyemizde bir yerde değil, biz danışanla aynı seviyede olan bireyleriz. Yani modern psikoterapide, terapistle danışan aynı seviyede olmalıdır. Bilişsel davranışçı terapistler ise kanıta dayalı psikoterapi yöntemleri olabileceğini öğretti. Hala çok sayıda psikoterapi yöntemleri geliştiriliyor.
Değişime yönelik isteksizlik var. Örneğin 100 tane depresyon hastasını alıp onlara elimizde çok etkili bir tedavi yöntemi olduğunu, ücretsiz olduğunu ve son olarak ta bu tedavi yönteminde yapacağı şeylerin neler olduğunu söylüyorsunuz. Burada hastalarda isteksizlik, motivasyon eksikliği var. Çünkü terapinin önerdiği şeyler biraz zor şeylerdir. Bu 100 hastanın ortalama 25-30 tanesi baştan terapiyi başlamıyor. Kalan 70 hastada da yüksek ayrılma oranları görülüyor. Birkaç seanstan sonra zor geldiğini ve yapamayacaklarını düşündükleri için terapiyi bırakıyorlar. Ortalama burada da 70 hastadan 50 hasta devam edebiliyor. Sonrasında da düşük yanıt oranlarını görüyoruz. 50 kişinin terapisi bittikten sonra %100 başarı iddiasına giremiyoruz. Bu sayıdan ortalama 30 tanesinde iyileşme görülebiliyor. Dolayısıyla 100 kişiyle başlamışken geriye 30 kişi kaldı ve tedavi oldu. Ama yine sonrasında da relaps meselesi var. Hasta 2-3 sene sonra relaps olabiliyor. Yani rahatsızlıkları tekrarlayabiliyor. Bundan dolayıdır ki, sürekli yeni ve daha etkili olabilecek terapiler geliştirilmeye çalışılıyor.
Psikoterapide neredeyiz?
Bugün 500’den fazla yaklaşım var ve hala da psikoterapiler geliştiriliyor. Çoğu, bilimsel ilkeye dayalı olarak geliştirilmiyor. Peki bu kadar fazla sayıda terapiden hangisini seçeceğiz ve hangi birini okuyup anlayacağız?
Burada bilimsellikle ilgili bazı kriterler var. Bunlardan bir tanesi efikasite (etkililik) deneyleridir. Yani bir yöntemin laboratuvarda çalışıp çalışmadığını anlayabilmek için deneylerin yapılmasıdır. Ardından laboratuvarda çalışıyorsa toplumda da gözlem yapılarak bakılır. Bu şekilde bu yöntem artık hem etkili hem de etkindir. Ayrıca verimlilik meselesi de çok önemlidir. Verimliliğin ikinci bir yanı da psikoterapi eğitimleridir. Etkili yöntemi kısa sürede ve daha ucuz elde etmede artık terapiler de önemlidir. Dolayısıyla bu üç eksiklik göz önünde bulundurulduğunda 500 terapiden çok azında bunlar karşılığını bulabilmektedir.
Komponent analizi çalışmaları. Günümüze kadar şu anda bilişsel davranışçı terapilerde şöyle bir şey var. Hem bilimsel hem de davranışsal müdahaleler yapılıyor. Peki iyileşen bu hastalar bilişsel müdahalelerden dolayı mı, davranışsal müdahalelerden dolayı mı iyileşti? Bu noktada iki durumun da bulunduğu komponent çalışmalar yapılmaktadır.
Mediasyon analizleri ve çalışmaları önemlidir. Karşılıklı çalışmalarda hangi aracılar, hangi ilkeler kullanılıyor; bunlar araştırılıyor. Artık bir psikoterapinin etkili olup olmadığı çok da araştırılan bir mesele değil. Amerika için artık DSM tabanlı tanı sistemli hipotezler fonlanmıyor. DSM odaklı değil, psikolojide davranışsal ilke odaklı çalışmak önemseniyor. Dolayısıyla tüm bunlara üçüncü bir yaklaşım ekleyebiliriz;
“Kanıt temelli” psikoterapi uygulamaları; Bilimsel metodolojiyle insan davranışının gösterilmiş ilkeleri, prensipleri doğrultusunda geliştirilen müdahalelerin oluşturulduğu psikoterapi uygulamalarıdır. Artık her uyguladığımız yöntemin psikoterapide, her söylediğimiz cümlenin, müdahalenin datada karşılığının olmasıdır. Buna dair terapi ekollerinin gelişmesidir.
Üçüncü dalga terapilerdeki önemli mesele transdiagnostiktir. Tanı değil, ilkelere odaklanmaktır.
Son olarak Türkiye olarak biz neler kaçırdık?
Bu yönden biraz geriden geliyoruz. 1980’lerden itibaren psikanaliz temelli yaklaşımlar var. Türkiye’de örgütlenmiş davranışçı bir ekol yok. Bilimsel psikoloji Amerika’da, Almanya’da, Avusturya’da, Rusya’da gelişmiştir. Gelişmiş teknolojinin bilimsellikteki yeri çok önemlidir. Türkiye’nin bu yönden geleceği şu an pek parlak gözükmemektedir.
Neler yapmalıyız?
Teoriye, temel davranış bilim ilkelerine ve bilimsel stratejilere odaklanmalıyız. Hem teorimizin olması lazım hem davranış bilimiyle uğraşıyor olmamız lazım ve bilimsel stratejileri kullanıyor olmalıyız. Transdiagnostik yaklaşıma dönülmeli ve buna yönelik ilkelere odaklanmalıyız. Daha bilimsel karşılığı olan kavramlar kullanmalıyız. Biyolojiyi de göz önünde bulundurmalıyız. Ulaşım sorunlarının da düzeltilmesi gereklidir. Yani eğitime ulaşmak, bilimsel çalışmalara yönelik ulaşılabilirliktir.